08 Mayıs 2017

O da günlerden bir gündü 1

Çocukluğum boğazda geçti. Yarı Bebek, yarı Arnavutköy. Çamlıbahçeliyim ben. Biraz akıntıburnu hırçınlığı, biraz Bebek koyu sakinliği. İnsanların karakterleri yaşadıkları coğrafya ile şekillenirmiş ya. İşte belki benim ve birçok arkadaşım dengesizliklerinin sebebi Çamlıbahçe oksijenidir.

Orada çok zengin arkadaşlarım da oldu, kıt kanaat zor geçinen arkadaşlarımda. Devlet okulunda okuyan arkadaşlarımda vardı, ülkenin en iyi kolejinde okuyanda. Ama beraberdik. Garip bir yapısı vardır Çamlıbahçenin. Biz öyle paranın insanları ayırmadığı belki son nesildik, mahallede oynayan, sokakta büyüyen son nesildik. Mahalleler arası maçların yapıldığı son nesil. Halı sahayı ilk gören nesilde bizdik, ilk oyun bilgisayarlarını da. Disketten, kasete, kasetten cd’ye geçerek büyüdük. Uzun lafın kısası, yüz yüze iletişim kuran, kurabilen son nesildik. Bugün yine bir yerlerde bir araya gelirsek cep telefonu aklımıza gelmez. Yüz yüze, gözlerimize bakarak konuşuruz, kısaltmadan, sıkılmadan küfrederiz hatta. Güleriz, gülmeyi biliriz. Eğleniriz, eğlenmeyi de iyi biliriz. Ne zaman susulması gerektiğini biliriz. Vefa nedir, saygı nedir biliriz. Klasik müzik dışında, belki de her tarzda en iyi müzikler bahsi geçen zamanda çıkmıştır. Yani 90’ların başında çocuk, sonunda genç olanların zamanında…

Pearl Jam, Nirvana, Metallica, 2 Pac, Orhan Gencebay, Cartel, Cypris Hill, Madness, Ace of Base, Spice Girls, Eric Clapton…. Öyle çok uzatırım ki bu listeyi… Akımlar hayatımıza yön verdi. MTV’nin hayatlarımıza direk karıştığı dönem…

Artık anılarımı yazacağım, hangi birini yazacağım bilmiyorum ya 😊 İşte Çamlıbahçeyi anlattım biraz. İlk yazıda oradan olgunluğa başlayan yürüyüşe olsun. Bu yürüyüş hem de gerçek bir yürüyüştü.  

Anne sana yalan söyledim. Servis beni sahilden almıyordu. Sırf o servise binmek için, her sabah ve akşam 3’er kilometre yürüyordum. Hem de o yolun yarısını yokuş tırmanarak yapardım. Yolu bilenler bilir yolculuğum her sabah, çamlıbahçeden Bebek’e yürüyerek başlıyordu. Dik merdivenlerden çıkarak Alican’ın evine gelirdim. Boğaza tepeden bakan, son derece güzel ve değerli bir evdi. Alican o zamanlar en iyi arkadaşlarımın başında gelirdi. Sabah ona geldiğimde, onun hazırlanmasını beklerken hep MTV açık olurdu. Kafamda orada, o odada ayna gibi 3 şarkı, ne zaman bu şarkıları duysam bu an aklıma gelir. Crash Test Dummies – Mmm Mmm Mmm, Nirvana – The Man Who Sold The World ve Robert Miles – Children…. ve tırmanmaya devam…

Servis bizi Hisarüstünde Boğaziçi Üniversitesinin futbol sahasının olduğu yerden alırdı. Düşünüyorum da şuan her gün o yolu gitmek tam bir manyaklık, delilik. Neden bu deliliği yaptığımın birçok psikolojik ve sosyolojik açıklaması olabilir. Ben bunları bir yana bırakarak, o günkü sıkı dostlarıma, o servis içinde hayatımı paylaştığım dostlarıma; Alican, Caner, Seda, Natalie, Zeynep, Tuğba, Pınar, Tarık, Selin… Selam olsun… Özlendiniz… Bir gün bir sofrada bir araya gelme ümidiyle…


Koşu Kanunu

Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır. O ceylan, en hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa ölecektir. Afrika'da ...