Canım
oğlum bu mektubu sana yazarken benim yaşım 34. Sen 2 buçuk
yaşındasın. Biz annenle bu gün itibariyle Maslow piramidinin dibindeyiz. Çıkış
yolu arıyoruz. Endişemiz sen, senin geleceğin… bir de memleketimiz.
Senin 2 buçuk yaşında olduğun bu günlerde ülkemiz “bizim”
“Gezi Parkı Direnişi” olarak adlandırdığımız günleri yaşamakta. Tesadüf bu ki ben
2 buçuk yaşındayken de bu ülke benzer günleri, 80 darbesini yaşıyordu. Bugün
yaşadığımız ve direncimizin asıl nedeni olan Faşizm, o günlerde de ülkemizin
her yerindeydi. Tüm etkilerini hayatım boyunca yaşadım. Televizyonun ne
olduğunu anlayıp ekrana baktığımda siyah beyaz Kenan Evren’i görürdüm.
Hatırlarım... Kenan Evren’e bakan annem ve babamın canının sıkılmasını, O adamı şeytan
yerine koyup bana dönmelerini, o orada değilmişcesine benimle oynayışlarını, konuyu
değiştirmelerini... İşte o günlerin bazı çocuklarının aklında hep bir siyaset,
politika, Özal, Demirel, Kenan Evren gibileri yer aldı. Sokak oyunlarımızın
arasına sıkışmış anlamsız görüntüler. Televizyon kanalı gibi, gördüğümüzde
tekti.
Ben ve arkadaşlarım büyüdükçe ülkemizde büyüdü!!! Biz sokakta
oynardık arkadaşlarımızla. Mahalle maçları yapardık üst mahalleyle, Dünya
Kupası maçına değişmem. Biz mahallede masumca oynarken, devlet “özel” kavramını
genişletti. Bize özel, oldu genele özel. Televizyonlarımız özelleşti, hayata
dair birçoklarının özeli evimize girdi. Daha sonra Show Tv diye bir kanal
geldi. Ana haber bültenleri değişti. TRT spikerlerinin güzel Türkçesi hızla
unutuldu. Televole ağzı geldi, sonra bir de Reha Muhtar. Sonrasında
bizim oyunla özdeşleştirdiğimiz mahalle, baskı ile özleşti.
Dedim ya bizim kuşağın aklında hep bir siyaset, o yeni
kanallarla daha bir ekranda oldu her bir siyasetçi. Hep yalan, kavga, seviyesizlik, saygısızlık izledik...
Hep kavga vardı…
Benim unutmadığım bir kavga var o ekranda, kim
bilir sene ne, şehir neresi... Ama hatırladığım bir Reha Muhtar. Haber
bülteninde üniversitede ki solcularla sağcıların kavgasını anlatıyor, aynı
görüntüleri başa sarıyor, bir daha, bir daha, bir daha… Hep gaz… Sinirleniyorum o gençlere coplarıyla vuran polislere. O
günlerde üniversiteye hazırlanan biri olarak düşünüyorum... Üniversiteler böyle
mi? İlla sol yada sağ mı olmalıyım? Sol görüş ne, sağ görüş ne? Üniversite
denilen kurumlarda bizlere gösterilebilecek hiç iyi bir şey olmuyor mu? Deney,
araştırma, bilim adına herhangi bir şey… Unutma oğlum, oluyormuş. Ama
göstermediler, hala göstermiyorlar… Çünkü o gün kavgayı tekrar tekrar gösteren
mantık, bugün direnişimizi göstermeyen mantıkla aynı. Para, güç sahibinden
korku, daha çok para hırsı…
Bu günlerde Gezi Parkı Direnişini yaşıyoruz. Kavganın-şiddettin-reytingin zirvesi olmasına rağmen televizyonlar suspus.
Cehalet ülkemizi ele geçirdi.
Acı çekiyoruz, hemde çok.
Her bir acı çekenin
acısını nasıl anlatabilirim ki oğlum? Hem de ölenler varken, empati bile kuramam…
Belki Nazım Hikmet’in dizeleri
bize biraz yardım eder…
yüzünü bile
görmediğin insanlar için ölebileceksin
hem de hiç
kimse seni buna zorlamamışken
hem de en
güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.