20 Haziran 2008

DUYUYOR MUSUN?

Bu gece yatın huzurlu bir şekilde ve uykunuzda yeryüzündeki bütün insanları öldürün. Huzurunuzla beraber uyanın.
Çıkın evden ve yürümeye başlayın.
Etrafa dikkatle bakmak için artık nedeniniz var. Caddelerde, sokaklarda, evlerde, gökdelenlerde, denizde, havada, karada, dağda, bayırda, ovada, son gittiğiniz barda, sinema salonunda, konser alanında, camide, kilisede, köprüde, köprü altında, orda, burada, şurada… kimse yok bir tek sen varsın.
Sessizliği duyuyor musun?
Aldığın ve geri verdiğin nefesi duyuyor musun?
Nefes zamanın demek, gündüz ile gecede saatin.
Gündüz geceyi, gece gündüzü kovalamaya devam edecek. Umursamayacak yeryüzünde tek başına olduğunu. Oyununa devam edecek o, sen yolun karşısını daha net görürken. Havanın aslında bir renginin olmadığını anlamaya başlayacaksın, denizin gerçek rengini sana balıklar; gökyüzünde ne kadar da fazla yıldız olduğunu da sana kuşlar gösterecek, hepsinin sayısı gittikçe artacak senin son insan olduğunu anladıklarında. Alışkın olduğun hava durumları devam edecek. Yağmur yağacak, rüzgar esecek, fırtına olacak, kasırga olacak, kar yağacak, bulabildiğin ağaçların yaprakları yere düşecek ve orda kalacak toprak onu kabul edene kadar, milyarlarca insanın bu güne kadar ürettikleri çöplere de aynı muameleyi yapacak, onları da bir yaprak gibi kabul edecek, bu kabulden sonra bir başka nefes alacaksın, yüzünün gerçek rengini göreceksin.
Beklemediğin bir anda deprem olacak; korkacaksın, yıkacak evini, yanındaki apartmanı, gökdeleni, fabrikayı, hava limanını, santralleri, barajları... Volkan patlayacak patlamayacağını zannettiğin dağda, kaçacaksın oradan. Gittiğin her yere aynı muameleyi yapacak doğa, her gittiğin yerde her felaketten sonra cennete daha çok yaklaşacaksın, anlayamayabilirsin…
Eğer anlamayacaksan, beni öldürme uykunda, ben seni bir gün öldürürüm…

10 Haziran 2008

ÇILGIN HAZİRAN

Spor bana bu aralar kafayı yedirtiyor. Çılgın haziranın içindeyiz. Büyük bir heyecanla beklediğim Avrupa Futbol Şampiyonası başladı. Her akşam 2 maç. Kendi milli takımımızın da organizasyonda olması ayrı bir heyecan.

Nba final serisi başladı ve bu seride ligin efsaneleşmiş iki takımı karşı karşıya. Larry Bird’lü Kevin Mchale’li Robert Parrish’li Celtics takımının yerine şimdi Ray Allen’li, Kevin garnett’li ,Paul Pierce’li Celtics, karşısında Magic Johnson’lı, Kerim Abdülcabbar’lı kadronun yerine Kobe’li Gasol’lu Lakers. Müthiş bir seri bizleri bekliyor. Her maç için sabahlamaya değer.
Çılgın haziranı destekleyen öyle bir Pazar günü geçirdim ki televizyon başına kitlendim. Televizyon başında oturmaktan her yerim ağrıdı. Buna zaman ayırabildiğim için de kendimi şanslı hissettim. Güne 125 cc motor yarışı ile başladım. Arkasından çok zevkli geçen bir 250 cc yarışı ve tabii ki 500 cc’lik motorlarıyla babaların sahneye çıktığı Moto gp’yi seyrettim. Rossi ile Stoner’ın birbirlerini muhteşem geçişleri ve kapışmaları muhteşemdi. Fakat bu ikili, ikinci ve üçüncü oldular.
İspanyol Pedrosa yarışı kazanarak İspanyada koşulan yarışı bu güne kadar kazanan 2. İspanyol oldu. Arkasından karşı karşıya her geldiklerinde çok zorlu maçlar çıkaran, uzun yıllar sürecek bir rekabetin içerisinde olan Nadal ve Federer’in toprak sahada Paris de ki tenis mücadelelerini izledim. Açıkcası beklendiği gibi geçmedi. Nadal toprak kortun kralı olduğunu bir kez daha kanıtladı. 3-0’lık net bir skorla maçı kazandı. Daha sonra Avusturya-Hırvatistan maçına baktım. Arada kanada Formula 1 de idi gözüm. Her Kanada yarışı gibi yine çok maceralı bir yarış oldu. Pit çıkışında Hamilton’un Raikonnen’e çarpması uzun süre unutulmayacak. Güzel bir yarış oldu ve uzun zaman sonra kazanan takımım BWW ile Kubica oldu. Daha sonra ise Almanya ve Polonya arasında ki maçı izledim. Polonya asıllı bir Alman! olan Podolski’nin golleri ile Almanya Polonyayı 2-0 yendi. Benim ilgimi çeken golleri attıktan sonra Podolski’nin attığı gollere sevinmemesi idi. Bu konuda benim kafam çok karışık. Apayrı bir konu bu. Rus milli basket takımının oyun kurucusu bir Amerikalı. Siyahi bir rus. Rusca bile bilmeyen bir rus. Türkçe bilmeyen ama milli takımızda oynayan oyuncular var. Eskiden Muzzy vardı, şimdi Colin Kazım, siyahi bir oyuncumuz var hemde brezilyalı Mehmet Aurelio. Alman milli basket takımının son şampiyonada bir tane gerçek alman asıllı oyuncu vardı. Patrick Femerling. İsviçre takımında üç Türk kökenli futbolcu oynaycak milli takımımıza karşı. Gökhan, Eren, Hakan. Ne olcak merak ediyorum, ya bir de gol atarlarsa. Bu konuya aşırı milliyeçi bakmıyorum ama milliyeçi bakmak zorundayım. Bu işte bir terslik var. Kafam çok karışık bu konuda. Uzatmayayım.
Pazar gününe geri döncek olursak günün finali Celtics-Lakers arasında oldu. Lakers son periyotta 24 sayı geriden geldi fakat müthiş heyecanlı geçen maçın sonunda Celtics Lakersı yenmesini bildi. Durumu 2-0 ‘a getirdi. Şimdi L.A.’a gidilecek ve dünya starlarının izleyici olarak ön sıradaki koltukları dolduracaklar. Basketboldan anlamayan bir ingiliz David Beckham’da orda olacak . Seni gidi galaxy.
Kısacası çılgın bir haziran yaşıyorum kendi adıma. Normalde neredeyse hiç tv izlemeyen ben tv başından kalkamıyorum. Bu sene bir de olimpiyatların olduğunu düşünürsek…

Koşu Kanunu

Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır. O ceylan, en hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa ölecektir. Afrika'da ...