04 Haziran 2014

Yaşadım Diyebilmen için...

Canım oğlum bu mektubu sana yazarken benim yaşım 34. Sen 2 buçuk yaşındasın. Biz annenle bu gün itibariyle Maslow piramidinin dibindeyiz. Çıkış yolu arıyoruz. Endişemiz sen, senin geleceğin… bir de memleketimiz.  

Senin 2 buçuk yaşında olduğun bu günlerde ülkemiz “bizim” “Gezi Parkı Direnişi” olarak adlandırdığımız günleri yaşamakta. Tesadüf bu ki ben 2 buçuk yaşındayken de bu ülke benzer günleri, 80 darbesini yaşıyordu. Bugün yaşadığımız ve direncimizin asıl nedeni olan Faşizm, o günlerde de ülkemizin her yerindeydi. Tüm etkilerini hayatım boyunca yaşadım. Televizyonun ne olduğunu anlayıp ekrana baktığımda siyah beyaz Kenan Evren’i görürdüm. Hatırlarım... Kenan Evren’e bakan annem ve babamın canının sıkılmasını, O adamı şeytan yerine koyup bana dönmelerini, o orada değilmişcesine benimle oynayışlarını, konuyu değiştirmelerini... İşte o günlerin bazı çocuklarının aklında hep bir siyaset, politika, Özal, Demirel, Kenan Evren gibileri yer aldı. Sokak oyunlarımızın arasına sıkışmış anlamsız görüntüler. Televizyon kanalı gibi, gördüğümüzde tekti.

Ben ve arkadaşlarım büyüdükçe ülkemizde büyüdü!!! Biz sokakta oynardık arkadaşlarımızla. Mahalle maçları yapardık üst mahalleyle, Dünya Kupası maçına değişmem. Biz mahallede masumca oynarken, devlet “özel” kavramını genişletti. Bize özel, oldu genele özel. Televizyonlarımız özelleşti, hayata dair birçoklarının özeli evimize girdi. Daha sonra Show Tv diye bir kanal geldi. Ana haber bültenleri değişti. TRT spikerlerinin güzel Türkçesi hızla unutuldu. Televole ağzı geldi, sonra bir de Reha Muhtar. Sonrasında bizim oyunla özdeşleştirdiğimiz mahalle, baskı ile özleşti.

Dedim ya bizim kuşağın aklında hep bir siyaset, o yeni kanallarla daha bir ekranda oldu her bir siyasetçi. Hep yalan, kavga, seviyesizlik, saygısızlık izledik...

Hep kavga vardı… 

Benim unutmadığım bir kavga var o ekranda, kim bilir sene ne, şehir neresi... Ama hatırladığım bir Reha Muhtar. Haber bülteninde üniversitede ki solcularla sağcıların kavgasını anlatıyor, aynı görüntüleri başa sarıyor, bir daha, bir daha, bir daha… Hep gaz… Sinirleniyorum o gençlere coplarıyla vuran polislere. O günlerde üniversiteye hazırlanan biri olarak düşünüyorum... Üniversiteler böyle mi? İlla sol yada sağ mı olmalıyım? Sol görüş ne, sağ görüş ne? Üniversite denilen kurumlarda bizlere gösterilebilecek hiç iyi bir şey olmuyor mu? Deney, araştırma, bilim adına herhangi bir şey… Unutma oğlum, oluyormuş. Ama göstermediler, hala göstermiyorlar… Çünkü o gün kavgayı tekrar tekrar gösteren mantık, bugün direnişimizi göstermeyen mantıkla aynı. Para, güç sahibinden korku, daha çok para hırsı…

Bu günlerde Gezi Parkı Direnişini yaşıyoruz. Kavganın-şiddettin-reytingin zirvesi olmasına rağmen televizyonlar suspus. 

Cehalet ülkemizi ele geçirdi. 

Acı çekiyoruz, hemde çok. 

Her bir acı çekenin acısını nasıl anlatabilirim ki oğlum? Hem de ölenler varken, empati bile kuramam…

Belki Nazım Hikmet’in dizeleri bize biraz yardım eder…

yüzünü bile görmediğin insanlar için ölebileceksin

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken

hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Koşu Kanunu

Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır. O ceylan, en hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa ölecektir. Afrika'da ...